Birleşik Krallık Ulusal İstatistik Ofisi’nin son raporuna göre, İngiliz yetişkinlerinin yaklaşık altıda biri, orta ila şiddetli depresyon belirtileri yaşıyor. Bu, önceki üç yıla göre yüzde 60’lık büyük bir artışa işaret ediyor.
Bu çarpıcı artış, COVID-19 karantinalarından ve devam eden yaşam pahalılığı krizinden kaynaklanan artan zihinsel stres seviyelerine bağlanıyor. Bununla birlikte, Finlandiyalı araştırmacılar, depresyonun bulaşıcı bir hastalık olabileceği olasılığını araştırıyorlar.
Helsinki Üniversitesi’nden Psikoloji Doçenti Christian Hakulinen liderliğindeki araştırma ekibi, 16 yaşından itibaren 11 yıl boyunca 700.000’den fazla çocuğun sağlık kayıtlarını inceledi. Analizleri, bir sınıftaki bir öğrencide belirgin depresif semptomlar tespit edildiğinde, sınıf arkadaşlarının aynı hastalığa yakalanma riskinin yüzde 9 arttığını ortaya çıkardı.
Dahası, çalışmanın 11 yıllık dönemi boyunca, birden fazla depresyonu olan sınıf arkadaşı olan öğrencilerin kendilerine bu durumun teşhisi konma riski yüzde 18 arttı. Sosyoekonomik durum gibi etki eden faktörler kontrol altına alındığında bile, depresif bir öğrenci ile sınıf arkadaşları arasında bir depresyon riski artışı ilişkisi gözlemlendi. Bu etki, zamanla azalsa da öğrenciler okulu bıraktıktan sonra 11 yıla kadar sürdü.
Çalışmadan önceki araştırmalar da depresyonun bulaşıcı olabileceğini öne sürmüştü. Hakulinen ve meslektaşları, bulgularının, depresyonun yalnızca bireysel travma ve genetik yatkınlık ile değil, aynı zamanda sosyal etkileşimler yoluyla da yayılabileceğini gösterdiğini öne sürüyor. Bu, akran etkisi ve sosyal baskı gibi faktörlerin depresyonun bulaşmasında rol oynayabileceğini düşündürüyor.
Çalışmanın yazarları, depresyonun bulaşıcı doğasının, hastalığın yayılmasını ve önlenmesini anlama ve buna göre hareket etme şeklimizi yeniden gözden geçirmeyi gerektirdiğini belirtiyor. Akran desteği ve erken müdahale programlarını teşvik ederek, depresyonun etkilerini azaltmak ve benzersiz zorluklarla mücadele eden bireylere yardım etmek için adımlar atılabilir.